Salih Bahtiyar
  Ekosistem ve Döngüler
 

EKOSİSTEM VE DÖNGÜLER
Doğa ve Canlıların Birbiriyle Olan Bağları

 Ekosistem ve Ekosistem Hizmetleri 
 

 


 

 


 

 

 
 

EKOSİSTEM VE DÖNGÜLERLE İLGİLİ TERİMLER

Ekosistem: Bir alandaki canlı organizmalar ve cansız varlıkların hepsinin birden oluşturduğu sistem.

Tüketici: Besin zincirinde başka bir organizma üzerinden beslenen organizma. Birincil tüketici bitkileri yer, ikincil tüketici hayvanları yer.

Üretici: Besin zincirinin en başında kendi yapan organizma (Örneğin; Yeşil bitkiler ve sudaki Algler)

Solunum: Respirasyon, dış solunum. Metabolik olarak oksidatif tepkimeler zinciri. bu tepkimelerde son elektron tutucusu olarak Oksijene gerek duyulur.atık ürün olarak, Karbondioksit ve kullanılabilir enerji oluşur.

Ototrof: Kendi besinini kendi yapabilen organizma.

Besin Ağı: Birbirine geçmiş besin zincirlerinin toplamı.

Tür: Ortak genleri taşıyan, aralarında çiftleşebilen ve doğurgan döller veren organizmlar grubu.

Etçil: Besin zincirindeki ikincil ya da daha üst düzeydeki tüketici. Yani, öteki hayvanlar üzerinden beslenir.

Hepçil: Besin zincirinde hem bitkiler hem de hayvanlar üzerinden beslenen organizma.

Otçul: Besin zincirinde bitkiler üzerinden beslenen birincil tüketici.

Detritivor: Bitki ve hayvan artıkları ya da ölüleri üzerinden beslenen organizma.

Ayrıştırıcı: Organik maddeleri inorganik besinlere parçalayan, böylece doğadaki döngülere girmesini sağlayan bakteri ya da mantar gibi organizma.

Fotosentez: Bitkilerin, Güneş enerjisini kullanarak kendilerine besin yaptıkları süreç.

Doku: Ortak bir işlevi yerine getirmek üzere biraraya gelmiş benzer hücreler topluluğu.

Tofik Düzey: Besin ağındaki bir ya da daha fazla populasyonun beslenme düzeyleri.

Biyojeokimyasal Döngüler: Ekosistemler içinde ya da arasında organizmalar, Jeolojik kuvvetler ya da kimyasal tepkimeler nedeniyle oluşan madde dolaşımı. (Örneğin; Azot, Karbon, Fosfor döngüsü.)

Fosfor Döngüsü: Fosfor atomlarının, kayalardan biyosfeere ve oradan hidrosfere ve sonra da tekrar kayalara hareketi.

GNitrojen Döngüsü: İnorganik ve organik fazlarda dolaşımı ve yeniden kullanımı.

Su döngüsü: Suyun dönüşümü ve yeniden kullanımı.

Bileşik: İki veya daha fazla çeşit, kimyasal bağlarla bağlı atom gruplarından meydana gelen molekül.

Fosil Yakıt: Organik atık ve ölü organizmalardan Jeolojik kuvvetlerle oluşmuş petrol, doğal gaz, kömür.

Karbonhidrat: Hidrojen ve oksijen bağlı zincir ya da halka biçiminde dizili karbon atomları. (Örneğin; Şekerler, Nişasta, Selüloz ve Glikojen.)

Buharlaşma: Sıvı formdan gaz forma geçiş süreci.

Terleme: Suyun bitki üzerindeki stomalar aracılığıyla buharlaşması.

DNA: Deoksribonükleik asit: Hücrelerin çekirdeğinde bulunan uzun çift sarmal molekül. DNA, genetik kodu içerir ve tüm hücrelerin gelişim ve işleyişini yönetir.

 

EKOSİSTEM NEDİR ?

Canlı organizmalarla cansız çevre elementleri birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Karşılıklı olarak madde alışverişi yapacak biçimde birbirlerine etki yapan canlı organizmalarla, cansız maddelerin bulunduğu herhangi bir doğa parçası bir ekosistemdir.

Ekosistem yaklaşımı, bireysel organizmalar ya da topluluklardan çok tüm alanın işlevlerinin nasıl olduğuyla ilgilenir. Bir alandaki canlı organizmalar ve cansız çevreleriyle olan ilişkilerine bakar.

Bir ekosistem, temel olarak abiyotik maddeler, üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılardan oluşur. Ekosistemlerde yaşam, enerji akışı ve besin döngüleriyle sürer. Açık bir sistem olan ekosistemde, enerji ve besin giriş-çıkışı süreklidir.

Beslenme İlişkileri

Bir ekosistemde, enerjinin taşındığı organizmalar dizisine besin zinciri denir. Besin zinciri, güneşten gelen enerjinin fotosentez yoluyla kullanılmasıyla başlar. Bunlara üreticiler denir.
Üreticiler otçullar tarafından, otçullar da etçiller tarafından yenir. Bazı türler hem bitkiler hem de hayvanlarla beslenir. Bunlara hepçil denir.

Besin zincirindeki her bir beslenme basamağı trofik düzey olarak adlandırılır. Yani, tüm üreticiler birlikte birinci trofik düzeyi, tüm otçullar ikinci trofik düzeyi ve tüm etçiller üçüncü trofik düzeyi oluştururlar.

Beslenme ilişkileri, çoğunlukla bundan daha karmaşık bir yapıdadır. Yani, karmaşık olarak birbirine geçmiş pek çok besin zinciri bulunur. Bunların tümüne besin ağı denir.


 

Enerji Akışı

Canlılar arasında enerji akışı besin zincirleriyle sağlanır. Güneşten gelen enerji, yaşayan sistemlere bitkilerin, bazı bakterilerin ve protistlerin yaptığı fotosentez sonucu girer. Güneş ışığının %4’ü bitkiler tarafından yakalanır ve yakalanan enerjinin yarıdan fazlası solunumda kullanılır. Solunumda kullanılan enerji, ısı olarak kaybedilir. Bu nedenle, diğer organizmalar tarafından kullanılamaz. Kalan yarısı da, bitki dokularına dönüştürülür.

Bitki dokularındaki enerjiye doğrudan ulaşabilen iki çeşit organizma bulunur. Bunlar canlı bitki üzerinden beslenen otçullar (herbivorlar) ve ölü bitkilerle beslenen ayrıştırıcılardır. Çoğu ekosistemde, enerjinin önemli bir kısmı ayrıştırıcılar tarafından alınır. Örneğin, bir otlakta bitkilerdeki enerjinin yalnızca %10’u otlayan hayvanlar tarafından alınır.

Otçullar, aldıkları enerjinin çoğunu solunumda vücut bakımı için kullanır. Geri kalan, otçulların biyokütlesine gider. Otçulların vücut kütlesindeki enerjinin büyük kısmı etçiller (karnivor) tarafından alınır. Bir kısmı da yine ayrıştırıcılara gider.

Etçiller tarafından alınan enerjinin neredeyse tümü bakım için kullanılır. Bitki enerjisinin büyük kısmını alan ayrıştırıcılar, bunun yarıdan fazlasını bakım için kullanır. Geri kalansa, toprak organik maddesinde depolanır ya da ayrıştırıcılarla beslenen organizmalar tarafından alınır.

Sonuç olarak, bitkiler tarafından yakalanan enerjinin tümü dönüştürülür ve bir kısmı ısı olarak kaybedilir. Yani, ekosistemde enerji akışı tek yönlüdür. Bu nedenle, sistemin yaşamayı sürdürebilmesi için, üreticilerin güneş enerjisini tutma işlemini sürekli yapmaları gerekir.

Üreticiler tarafından alınan güneş enerjisinin fotosentez ürünlerine dönüştürülmesine toplam birincil üretim denir. Bunun bir kısmı solunumda kullanıldıktan sonra, kalanı yeni dokular yapmak için kullanılır. Buna da net birincil üretim denir.

Ekosistemlerdeki birincil üretim güneş ışığı, besin ve su eldesine bağlı. Tropik yağmur ormanları, yağmur ve güneş ışığı bolluğu nedeniyle yüksek verimliliğe sahiptir. Haliçler (Estuaries) ve bataklıklar, ırmaklar ve akarsulardan gelen yüksek besin miktarı nedeniyle yüksek verimliliğe sahiptir.


 

Bir ekosistemdeki enerji akışını göstermenin bir yolu, enerji piramidi inşa etmek. Bir enerji piramidi, üreticilerin yer aldığı en alt trofik düzeyden en üst etçil seviyesine kadar tüm besin seviyelerinin içerdiği enerji miktarını gösterir. Her seviyedeki enerji miktarı, hacim olarak gösterilir.

Genel kural şudur: bir seviyedeki enerjinin yalnızca %10’u bir üstteki seviyeye geçer. Geri kalan solunum sırasında ısı olarak kaybedilir.
Sonuç olarak, biyokütle miktarı ve desteklenen birey sayısı piramitte yukarılara doğru çıktıkça azalır. Bu nedenle, otçulların sayı ve biyokütlesi etçillerden daha fazladır.

Bunu insan nüfusunun beslenmesine göre uyarladığımızda karşımıza şu sonuç çıkar: Var olan otlar doğrudan insan tarafından yenirse, aynı miktarda otla beslenen ineklerin besleyeceği insan sayısından 10 kat daha fazla insan beslenebilir.

Çoğu ekosistemde, üreticiler tarafından yakalanan ve dokulara dönüştürülen enerjinin önemli bir kısmı otçullara ve daha yüksekteki beslenme düzeyleri tarafından değil, ayrıştırıcılar ve
detrivorlar tarafından alınır. Numaralar üreticiler tarafından yakalanan enerjinin her beslenme düzeyine geçen oranını veriyor.



 

Besin Döngüleri

Enerjinin yanı sıra, tüm organizmalar suya ve çeşitli besinlere gereksinim duyar. Bu besinler arasında en önemlileri karbon, nitrojen, oksiyen ve fosfordur. Enerjinin tersine, besinler ekosistemlerde biojeokimyasal döngüler içinde sürekli kullanılabilirler. Herbir element için döngü, besinin bulunduğu bir depo, bir değişim havuzu ve besinlerin geçtiği organizmaları içeren bir biyotik topluluk içerir. Ancak, insan etkinlikleri bu besin döngülerini değiştirir.

Karbon Döngüsü

Tüm canlılar, karbon içerikli bileşikler olan organik moleküllerden oluşur. Yani, karbon döngüsü oldukça önemlidir.

Karbonun değişim havuzu atmosferdir. Atmosferde karbon karbon dioksit formunda bulunur. Karbon, biyotik topluluğa fotosentez yoluyla girer. Fotosentez işleminde, CO2 havadan alınır ve karbonhidrat yapmak için kullanılır.

Diyagramdaki kutular içinde yazılı sayılar, belirli depolarda bulunan karbon miktarını gösteriyor. Oklarla gösterilen sayılar da, depolar arasındaki geçiş miktarlarını gösteriyor. Karbonun hareket ettiği başlıca 3 depo bulunur: atmosfer, biyota denilen karasal organizmalar ve okyanus.

Atmosfer, karbon döngüsünde en önemli rolü oynar. Burada karbon, karbon dioksit formunda bulunur. Atmosferdeki karbon dioksit karasal besin zincirine fotosentez yoluyla bitkiler aracılığıyla girer. Bitkiler tarafından alınan karbonun bir kısmı solunum yoluyla yeniden atmosfere geri döner. Kalan karbon, bitki dokularının yapımında kullanılır. Daha sonra otçulların bitkileri yemesiyle besin zincirinde ilerler ya da bir kısmı bitkinin ölmesiyle ayrıştırıcılara geçer.

Hayvanlar ve ayrıştırıcılar karbonu solunum yoluyla tekrar karbon dioksit olarak atmosfere salar. Kalan kısım da, ayrışarak toprağın bir parçası olur. Uzun bir zaman sonra, bunların bir kısmı sıkışarak petrol ve kömür gibi fosil yakıta dönüşür. Okyanuslar, atmosferdeki karbon dioksit seviyesinin belirlenmesinde önemli bir rol oynarlar.

Karbon içeren gazlar difüzyon yoluyla okyanus yüzeyi ve atmosfer arasında hareket eder. Su bitkilerinin de fotosentez için sudaki karbon dioksiti kullanmaları gerekir. Okyanus bitkileri de karbonu tıpkı karasal bitkiler gibi depolar. Okyanus hayvanları bu bitkileri yiyerek karbonu depolarlar. Daha sonra, solunum yoluyla karbon dioksiti yeniden suya bırakırlar.

Okyanus bitkileri ve hayvanları öldüklerinde suda çürürler (ayrışırlar). Çürüyen bitki ve hayvanlar okyanusun dibine çökerek orada çözünür ya da okyanus dibine yerleşerek tortunun içine gömülürler.

Bazı deniz canlıları da karbon gazını okyanus suyundan alır ve kabuklarını yapmak için kullanırlar. Bu canlılar öldüğünde karbon dolu kabukları çözünür ya da okyanus dibine yerleşir. Her ne kadar kayaların oluşumu ve aşınımı uzun bir zaman alsa da, bu süreç de karbonu sudan uzaklaştırır.
Son olarak, okyanus dibinden yüzeye hareket eden su da karbonu taşır.

Okyanustaki karbonun bir kısmı da okyanus yüzeyinden atmosfere hareket eder. Karbon, bitkilerin soluması yoluyla yeniden atmosfere geçebilir ya da otçullar tarafından bitkilerin yenmesiyle bir üst beslenme düzeyine geçebilir. Her düzeyde karbonun büyük bir kısmı solunum yoluyla tekrar CO2 olarak atmosfere geri döner.
 
Okyanuslar da, bikarbonat formunda büyük miktarda karbon tutar. Fosil yakıtların yakılması, atmosferdeki karbon dioksit miktarını yüksek oranda artırır. Son 40 yıl içinde atmosferdeki CO2’nin %30 oranında arttığı biliniyor.


İnsan Müdahalesi

Fosil yakıtlar olarak bilinen kömür, petrol ve doğal gaz, endüstrileşmiş tüm ulusların enerji gereksinimini karşılar. Bu nedenle de, Dünya ekonomisi karbon üzerine kuruludur. Bu yakıtların yanma yan ürünü de karbon dioksitdir (CO2). Yani, insanlar doğal süreçle karbon salımından daha hızlı atmosfere karbon dioksit ekliyorlar.

Atmosferdeki fazla karbonun büyük bir kısmı ağaçlarda depolanır. Çeşitli nedenlerle orman alanlarının yakılarak yok edilmesiyle depolanan tüm karbon dioksit atmosfere verilir. Bu alanların kesilerek açılmasıyla da, karbonun en önemi depo alanı ortadan kaldırılmış olur. Bu işlemler, karbonun depolarından atmosfere geçmesine neden olur.

Peki atmosferde karbon dioksit fazlası olursa ne olur? Karbon dioksit, yüzyılın en büyük tehlikesi olarak kabul edilen küresel ısınmanın başrol oyuncularından biri.

Küresel Isınma

Atmosferdeki karbon dioksit, sera etkisi adı verilen bir yolla güneş ısısını tutarak yeryüzünün ısınmasında önemli bir rol oynar. Sera etkisi, doğal bir ısınma sürecidir. Karbon dioksit ve belirli bazı gazlar atmosferde sürekli bulunurlar. Bu gazlar, tıpkı seralarda olduğu gibi Dünya’nın gerekli sıcaklığının korunmasını sağlarlar. Ancak, insan etkisiyle atmosfere daha yoğun olarak salınan bu gazlar, Dünya yüzeyinin istenilenden daha fazla ısınmasına yol açar.

Bu gazlar içinde en önemlileri, karbon dioksit (CO2) ve su buharı (H2O). Bunları, metan (CH4), nitrous oksit (N2O) ve pek çok endüstriyel işlemde kullanılan kloroflorokarbonlar (CFCs) izler.

Su Döngüsü

En önemli yaşam kaynağı sudur. Tüm canlıların %75’i sudan oluşur. Denizler, karalar ve hava arasındaki su alışverişi, yeryüzünde yaşamın var olmasını sağlayan koşulları sürekli kılar. Okyanus akıntıları ve rüzgar desenleri, su döngüsünde rol oynar.

 


Dünya Su Stoğu

Su, Dünya'nın doğal kaynaklarından biridir. Dünya’daki toplam su miktarı sınırlıdır. Bu kaynağın büyük bir kısmı, okyanuslardaki tuzlu sudur. Ancak, tuzlu suyu tatlı suya çevirmek çok pahalı bir işlem olduğundan, kullandığımız su genellikle tatlı sudur. Dünya su kaynağının yalnızca %3'ü tatlı sudur. Bunun da üçte ikisi donmuş halde bulunur. Kalan %1'lik kısım yüzey suları ya da yeraltı sularıdır. Yeraltı suları, kullanılabilir su kaynağının üçte ikisini kaplar. Yüzey suları, bildiğimiz ırmaklar, akarsular, göller ve dereleri kapsar. Yeraltı suları, toprak içindeki boşlukları ya da kayaların arasındaki boşlukları dolduran sulardır.

Azot Döngüsü

Yaşamın başlangıcından beri, atmosfer ve okyanuslar azot içerir. Azot canlılar için önemli bir maddedir. Çünkü, proteinlerin ve DNA’nın önemli bir bileşenidir.

Gaz halindeki azot (N2), atmosferin %80'ini oluşturur. Üçlü kovalent bağı, bu iki azot atomunu sıkıca bir arada tutar (N?N). Ancak, azot gaz formuyla bitkiler ve hayvanlar tarafından kullanılamaz.

Yanardağ hareketleri ve şimşek gibi elektrik deşarjları, küçük bir miktar azotun besin döngüsüne girmesini sağlayabilir. Ancak, gerekli miktarın elde edilebilmesi için toprak organizmaları tarafından bitkilerin kullanabileceği bir forma dönüştürülmeleri gerekir.

Karasal ekosistemlerde, toprakta ya da bazı bitki gruplarının köklerindeki yumrularda nitrojen bağlayan bakteriler yaşar. Bu bakteriler, azot gazını amonyağa dönüştürür. Yumrulardaki bakteriler, besinlerini bitkiden sağlarken, bunun karşılığında bitkilere gereksinim duydukları azotu sağlar. Fazla amonyak, toprağa salınır ve burada nitrifikasyon bakterileri tarafından önce nitrite, sonra da nitrata dönüştürülür. Nitrat bitkiler tarafından emilir ve protein gibi önemli moleküllerin üretiminde kullanılır. Böylece azot, besin zincirine girer.

Azot, bitkiler ve hayvanlar atık ürettiklerinde ya da öldüklerinde, ayrışma işlemiyle amonyak formunda tekrar toprağa döner. Toprakta bulunan denitrifikasyon bakterileri de nitrit ya da nitratı tekrar azot gazına dönüştürür. Böylece azot tekrar atmosfere karışır.

Bakteriler azot bağlama işlemi için nitrojenaz enzimi kullanırlar. Bu enzim, iki proteinden oluşur. Bu proteinler iki atom arasındaki bağları kırmak ve 1 molekül N2'den 2 molekül amonyak elde etmek için 1-2 saniyede 8 kez ayrılıp birleşirler.

Terleme (transpirasyon): Su, bitkilerin kökleri tarafından emilir ve buradan yapraklara taşınır. Yaprakların yüzeyinde küçük delikler bulunur. Bu delikler sayesinde karbon dioksit emer, oksijen salarlar. Su buharı da buharlaşma yoluyla bu deliklerden salınır. Bu işleme terleme denir.

Kentsel Alanlar: Yerleşim alanlarında su döngüsünde önemli kayıplar yaşanır. Bunun başlıca nedenleri, baraj yapımı ve bitki örtüsü kaybı olarak sıralanır.
 
Atmosfer: Hava, Dünya’daki suyun %0.001’ini tutar. Su, burada ortalama 9 gün geçirir ve sonra tekrar karaya döner.

Atmosferdeki başlıca gazlar, azot (%78) ve oksijendir (%21). Diğer gazlar, geri kalan %1’i oluşturur.

Havadaki miktarı her an değişebilen tek gaz su buharıdır. Havada %0-4 oranında su buharı bulunabilir. Havadaki su buharı, havanın nemliliğini belirler.
 
Güneşin Rolü: Güneş, buharlaşmanın olması için gerekli ısı enerjisini sağlar. Aynı zamanda, Dünya yüzeyinde kararsız ısınmalar rüzgara neden olur. Yere yakın olan olan hava (su buharı taşıyan), güneş tarafından ısıtılır. Isınan hava yükselir ve sonra da soğumaya başlar. Soğuk hava, sıcak havadan daha ağırdır. Bu nedenle, soğuyan hava yeniden yere iner. Sıcak ve soğuk havanın bu hareketine “konveksiyon akım” (convection current) denir.

Fosfor Döngüsü

Yaşam için gerekli önemli minerallerden biri fosfordur. Fosforun asıl kaynağı kayaçlardır. Fosfor kayaların yapısında fosfat olarak bulunur.

Kayaların aşınması ve erozyon gibi süreçlerle fosfat ırmaklara ve akarsulara karışır ve buradan okyanuslara taşınır. Burada, diğer minerallerle birlikte depolanır. Milyonlarca yıl burada bekler.

Kabuk çarpışmaları sırasında deniz tabanının bir kısmı yüzeye çıkar ve karasal yapı oluşturur. Kayaların yeniden aşınmaya başlamasıyla da tekrar döngüye katılır. Oldukça yavaş ilerleyen bu döngüde, karadan okyanuslara daha hızlı bir geçiş yaşanır. Fosforun yeniden karaya dönüşü, yüzbinlerce yıl alır.
 
Fosforun ekosistemlerdeki döngüsü daha hızlı ilerler. Tüm canlılar az miktarda fosfora gereksinim duyar. Fosfor, ATP, NADPH, fosfolipitler, nükleik aistler ve diğer organik bileşiklerin başlıca bileşenidir. Bitkiler, fosforun çözünüp iyonlaşmış formunu kullanırlar. Bunu öyle hızlı yaparlar ki, topraktaki fosfor miktarı birden bire olması gerekenin oldukça altına düşebilir.

Otçul hayvanlar için fosforun tek kaynağı bitkilerdir. Etçil hayvanlar da, otçul hayvanları yiyerek fosfor gereksinimlerini karşılarlar. Hayvanlar, fosforun bir kısmını dışkı ve idrar yoluyla atarlar. Ölü canlıların çürümesiyle de bir kısım fosfor toprağa taşınır. Toprağa karışan fosfor, buradan yine bitkiler tarafından alınarak döngüye katılır.

Fosfor, özellikle sucul ekosistemde çoğunlukla bitki büyümesinde sınırlayıcı besindir. Fosforun ana kaynağı kayaçlar olmasına karşın, ticari gübrelerle döngüye daha fazla fosfor katılır.

Fosforun döngüde fazla miktarda bulunması çevresel sorunlara yol açar. Örneğin, tarım alanlarında gübre olarak kullanılan fazla fosfor sığ göllere taşındığında, bu besin fotosentetik bakteri ve alglerin sayılarının birden bire patlamasına neden olur. Bu durum, su yüzeyinin kaplanmasına ve güneş ışığının su altındaki bitkilere ulaşmasına engel olur.
Bu bitkiler ve yüzeydeki bakteri ve algler öldüğünde diğer bakteriler tarafından tüketilir. Bu bakteriler beslenme sırasında sudaki çözünmüş oksijeni kullanırlar. Göldeki oksijen miktarının düşmesiyle de, balıklar ölür. Göllerdeki bu kirlenmeye ötrofikasyon denir.

Ekosistem Modelleme

Bir ekosistemin, yalnızca bir parçasına verilen zarar, ilgisiz gibi görünen bir başka parçasını da beklenmedik şekilde etkileyebilir. Bu nedenle, olabilecek etkilerin tahmini için çeşitli yöntemler kullanılır. Bunlardan biri, bilgisayar programlarıyla hazırlanan ekosistem modellemeleridir.

Bu yöntemde, araştırmacılar farklı ekosistem bileşenleri hakkında önemli bilgilere ulaşabilirler. Tüm bilgiler birleştirilir ve elde edilen sonuçlar bir sonraki zararın çıktılarını tahmin etmekte kullanılır.
Örneğin, bir bölgedeki besin ağı, her bir populasyonun ne kadar tüketildiğini gösteren eşitlik dizilerine dönüştürülür. Böylece, aşırı tüketilen bir türün ya da sayıları çok artan türlerin etkilerinin ne olacağı tahmin edilebilir.

Bilgisayar modellemeleri, özellikle alanda deneyler yapmak zor ve maliyetli olacağından büyük ve karmaşık ekosistemlerde kullanılır. Ancak, bu modellemelerin güvenilir sonuçlar vermesi için, ekosistemdeki tüm anahtar ilişkilerin doğru şekilde anlaşılması gerekir. Eğer, modellemede eksikler varsa, çıkan sonuçlar yanıltıcı olabilir.

Kaynak: Tübitak

 


 

 


 

 

 

EKOLOJİK DENGE VE KİRLENME

Ekosistem belli bir alanda yaşayan ve birbirleriyle sürekli etkileşim içinde bulunan canlılar ve bunların cansız öğelerinden oluşan doğal yapılara denir.

Ekosistem Canlı (canı olan, diri, yaşayan: ortak özelliklere sahip maddelere verilen isimdir.) ve Cansız iki öğeden oluşur.

Canlı öğeler üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılardır.


Ekolojik denge doğada canlıların kendi aralarındaki ve fiziksel çevreleriyle ilişkilerini sağlıklı gelişmesine imkan tanımasıdır.


Ekosistemdeki her canlı türü çevre koşullarından etkilenir ve kendi yaşam faaliyetleriyle bulunduğu habitatın koşullarını etkiler, değişikliğe uğratır.

Öte yandan Biyosferdeki çeşitli ekosistemlere sürekli olarak zehirli maddeler katılmaktadır. Bunların bir kısmı doğadan kaynaklanır. Örneğin bir volkanın faaliyeti sırasında çıkan kükürt gazları çevreye yayılarak bitkilerin gelişmesini engeller.

Denizlerde doğal olarak bulunan Civa deniz canlılarında birikerek insan sağlığını besin yoluyla tehdit eder. Orman içinde akan bir dereye dökülen yaprak gibi organik maddeler bu habitatta büyük ölçüde oksijen noksanlığına neden olabilir. Bununla birlikte kirlenme denilince insan müdahalesi sonunda oluşan çevre bozulması anlaşılmaktadır.

Böylece, ekosistemde canlıların yaşamını ciddi ölçüde etkileyen değişiklikler olmaktadır. İnsan da canlı bir varlık olarak bulunduğu ekosistemin bir parçası olduğu için kendinin neden olduğu değişiklikler başka canlılara olduğu gibi eninde sonunda kendisini de etkilemektedir. Bu değişiklikler bazen insanın o çevrede barınmasını olanaksızlaştıracak boyutlara ulaşır.

Besin faktörü
Tarımdaki gelişmeler ile insan daha güvenli besin bulmaya başlamış ve nüfus da buna orantılı olarak artmıştır. Tarıma sulamanın girişi hayvan gücünün kullanılışı kalıtım ve biyokimyadaki gelişmelerle uygun çeşit ve gübreleme tekniğinin uygulanması tarımsal zararlılar ve vektörlerle karşılıklı etkileşim insan bu tehlikeli yarışı bir noktada ağırlaştırmaya zorlanmıştır.

Her şeyden önce ekonomik bakımdan az gelişmiş ülkelerde açlık ve yetersiz beslenmenin insan yaşamını tehlikeye sokacak boyutlara ulaştığını anımsamak gerekir.

Öte yandan, ürün miktarını arttırmak için uygulanan böcek, mantar ve ot öldürücü ilaçların yaygın ve bilinçsiz olarak kullanılması ekosistemdeki trofik basamakların üst sıralarında bulunan etçil hayvanlarla, insanlarda birikim sorununu doğurmuştur.

Endüstriyel ve evsel atıklar kimyasal gübrenin bilinçsiz kullanımı çevre kirlenmesinin boyutlarını arttırmış olayı küresel açıdan değerlendirmeyi zorunlu hale getirmiştir.

Açlık ve yetersiz beslenme
Yeryüzünde yaşayan insanların 1/3 yeterli miktarda besin maddesi bulduğu halde 2/3 kadarı yetersiz beslenme ve açlıkla karşı karşıyadır. Amerika, Batı – Kuzey ve Doğu Avrupa da Japonya birinci kategoriye girerken, Asya, Dünyanın en büyük kıtası, Güney Amerika ve Amerika'nın güney yarısını oluşturan kıta ve Afrika’nın geri kalmış ülkeleri yetersiz beslenme ve açlık tehlikesiyle karşı karşıyadır.
 
Zaman zaman hava koşullarında görülen anormal bir durum binlerce insanın açlıktan ölümüne neden olmaktadır.
 
Birleşmiş Milletler üçüncü Dünya Sörveyi’nin tahminine göre fakir ülkelerde yaşayanların %20 si yetersiz beslenmekte %60 ise kötü beslenmektedir.

Çevre Kirlenmesi
Çevre Kirlenmesi Alm. Umweltverschmutzung, Fr. Pollution environmentale, İng. Environmental pollution. Canlı ve cansız varlıklar üzerinde zararlı tesirler bırakacak şekilde çevre şartlarında (fiziki, kimyevi ve biyolojik) meydana gelen değişikliklerin genel adı.

Çevre kirlenmesi, unsurlarının bir kısmı açısından dünya kurulduğundan bu tarafa mevcuttur. Ancak tabiatın yaratılışındaki var olan denge sebebiyle çevre kendi kendisini temizlemektedir.

Birikim
DDT, Suda güçlükle yenilmekle beraber yağda kolaylıkla erir. Bu nedenle alglerin yağ dokusu içinde milyonda birkaç oranda birikir. Algleri besin olarak alan canlılarda birim oranı daha yüksektir. Biyositlerin besin zinciri içinde artarak birikmelerini biyolojik yükseltgenme denir.

DDT, su ortamında çok düşük, buna karşılık dip çamuru içinde fazla olmasına karşın, besin zinciriyle etkinliğini giderek yükselir. Örneğin Visconsin’de Green Bay körfezinin dip çamuru içinde 0.014 ppm DDT vardır. Buna karşın küçük Crustaceae’lerdeki miktarı 0.41 ppm, Balıklarda 3-6 ppm ve besin zincirinin tepesinde bulunan martılarda 99 ppm dir. Bu miktar martıların çoğalma faaliyetini engelleyecek düzeydedir.
 
Biyolojik yükseltgenme yalnız akuatik ortama özgü bir olay değildir. Benzer bir durum Karaağaç mantar hastalığıyla savaşılırken ortaya çıkmıştır. Mantar Karaağacın su ileten borularına hücum ederek akışı engeller ve ölümüne engel olur. Hastalık iki kabuk böceği (Coleoptera) aracılığıyla yayılmaktadır.

Böceklerle savaş DDT ile yapılmıştır. DDT bir yandan böcekleri öldürüp hastalığın yayılmasını önlerken diğer yandan kuşların özellikle ardıç kuşlarının ölümüne neden olmuştur.

Michigan Üniversitesi Kampüsünde, 4 yıl içinde Turdus Populasyonu 370 kuştan 4 kuşa düşmüş ve bunların genç kuşağının yuva yapmadığı görülmüştür. New Hempshire’ın Hannover kasabasında düzenli olarak DDT uygulaması yapılmış, bu kasabadaki Turdus populasyonu ilaçlama yapılmayan kasabaların çok altına düşmüştür. Sözü edilen yerlerdeki ölü kuşların vücudunda 30 ppm ve daha üzerinde DDT bulunmuştur.

Ankara Söğütözü’ nde 1978 yılı Mayıs ayında bir söğüt zararlısı olan Hiponomot tırtılına karşı yapılan ilaçlı savaşın Sığırcık yavrularında ölüme ve embriyoda anormalliklere neden olduğu saptanmıştır.
 
Verilen örnekte insektisin gerekenin üzerindeki dozlarda uygulanması gibi bir izlenim doğabilir. Gerçekte, ağaçlar ilaçlandıkça bir kısmı zamanla süzülerek toprağa geçer ve toprak solucanlarında birikir. İlaçlamanın yapıldığı yerlerdeki toprakta 5-10 ppm. DDT bulunmuştur. İlkbaharda karaağaçların ilaçlama döneminde bu solucanlarla beslenen Turdus’lar besin zinciri yoluyla öldürücü dozda DDT almıştır.
 
Yırtıcı kuşların çeşitli türleri, birçok ülkelerde bu denli yüksek dozları besin zinciri yoluyla aldığı için ya ortadan kalkmış ya da kalkma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır.
 
Pestisitlerin İnsan Dokusunda Birikimi
Birikimle ilgili çalışmalar, populasyonun aldığı çeşitli besin maddeleri ve gönüllülerden elde edilen materyaller ile doku kültürü çalışmalarına dayandırılmıştır. 

Vücuda giren madde miktarı ile farklı dokularda biriken miktar ve vücutta metabolizma edilerek uzaklaştırılan miktar bir dinamik denge halindedir. Birikim için en uygun kaynak yağ dokusunu içeren nötr yağdır.

Böcek öldürücülerle karşı karşıya kalıp aldığı miktarla orantılıdır. Vücuda bunların en iyi girme biçimi, besinlerle olmaktır. Duggan’ın verdiği bilgilere göre 1965-68 yılları arasında ortalama günlük DDT alımı, 70 kg ağırlığındaki bir insan için 0,0004 mg/kg/gündür. Buna göre besinle alınan toplam günlük Dieldrin miktarı 0,005 mg olup, yağ doku içinde depolanma düzeyi 0,20-0,25 ppm’dir. DDT için %0,5 , Lindane için %0,4 tür.

Organoklorlu ilaçlardan bir kısmının bazı ülkelerde uygulanmasının yasaklanmasına karşın gelişmemiş ülkelerde kullanımı sürmektedir.
 
Bitki çeşidi ve çeşitli bölgelerde uygulamalardaki değişkenlikler göz önüne alınacak olursa, birikimin yeryüzündeki insan topluluklarında oldukça değişiklik göstereceği muhakkaktır.

Bitki, fotosentezle beslenme, embriyon dokularının bireyin bütün yaşamı boyunca etkinliğini sürdürdüğü sınırsız büyüme özelliği, hücre çeperlerinin selülozlu ve görece sert oluşu, yer değiştirmeyi sağlayacak organların yokluğu nedeniyle yaşamını bulunduğu yere bağlı olarak sürdürme, duyu ve sinir sistemlerinin bulunmayışı gibi temel özelliklerle tanımlanan yaşam biçimi.

Et
Kasaplık hayvanlar, kuşlar, kümes hayvanları, balıklar ve av hayvanlarının yenebilen kısımları. Fakat et denilince yenebilen hayvanların kas kısımları, yani daha ziyade kas eti anlaşılır. Bu hayvanların baş, beyin, dil, böbrek, akciğer ve karaciğer, barsak ve işkembe gibi kısımlarına “sakatatlar” adı verilir. Ülkemizde başta koyun ve sığır etleri olmak üzere, kuzu, manda, keçi, oğlak etleri, balık etleri tüketilir.

Balık
Balıklar (Pisces) poikloterm olan, neredeyse sadece suda yaşayan ve solungaçları ile solunum yapan, soğuk kanlı, yürekleri çift gözlü, çoğunun vücudu pullu, genellikle yumurta ile üreyen omurgalı hayvanlardır. Bazı türler canlı doğurarak ürer (lepistes, kılıçkuyruk, moly, endlers vs.).

Örneğin; tatlı su balıklarından Lepistes'in (Poecilia reticulata) yumurtaları anne karnında çatlar ve canlı doğum gerçekleşir.

Kümes hayvanları teşkil eden toplumlarda birikim, besin zinciri yoluyla (biyolojik aktiflik), daha yüksektir. Ayrıca böceklerle savaşmak için bu maddelerin kullanıldığı evlerde yaşayanlarda, kullanılmayanlara göre birikim daha çoktur.
 
İnsan dokuları içindeki organokloridlerin dinamik bir denge halinde olduğu belirtilmiştir.
 
Bundan başka insektisitler arasındaki karşılıklı etkileşim ya bir insektisin alınan miktarının artmasına ya da metabolizma hızını yavaşlatarak dokularda fazla miktarda birikmesine neden olur. Preparatlara katılan çözücüler ve başka katkı maddeleri bu etkileşimi arttırır.

Ayrıca, evde kullanılan deterjanlar da sindirim kanalına girmiş bulunan insektisitin emilme oranını arttırmaktadır. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, yüksek DDT dozu alan farelerde kanser, özellikle karaciğer kanseri oluştuğunu göstermiştir. Bu aynı etkileri insanlarda da yapabileceğine işarettir. 10 ppm kadar DDT bazı karaciğer enzimlerinin anormal derecede yüksek bir düzeyde oluşmasını teşvik eder.

Kirleticiler ve Kirlenme

Toprak ve Kirlenmesi
Kirleticilerin toprak üzerindeki etkilerini değerlendirmede bazı güçlükler vardır.Toprak sadece ana kayacın parçalanmasından oluşan bir cansız madde değildir. Toprak başlı başına bir ekosistemdir. Bir gr. Orman toprağında bir milyondan fazla bakteri, 100 .000 maya hücresi, 50.000 fungus misel parçası bulunur. Bir gr verimli tarla toprağında ise 2.5 milyar bakteri, 400.000 fungi, 50.000 alg ve 30.000 protoza yaşar.
 
Doğal koşullar altında, topraktaki bitkisel ve hayvansal kökenli canlılar toprağın verimliliği için şarttır. Belki bazı insanlar toprak solucanının toprak içindeki faaliyetleriyle toprağı alt üst ederek, toprağın mevsimlik derecesi üzerine etkili olduğunu bilebilir. Fakat bir çok kişi, toprak ile toprakta yaşayan canlıların, çeşitli bitkilerin yetişmesine olanak veren ilişkilerden habersizdir. Toprak mikroorganizmalari azot, fosfor ve kükürdü bitkilerin yararlanabileceği hale getirmekle yükümlüdürler. 

Toprak hava ve su gibi, canlıların yaşaması için vazgeçilmez unsurlardan bir diğeri de topraktır. Toprak, bitki örtüsünün beslendiği kaynakların ana deposudur.

Fungi köklerden karbonhidratları ve başka temel maddeleri alır, bitki de ancak kök-fungi sistemi aracılığıyla topraktan kendi başına alamayacağı mineralleri sağlar. Bu gibi mikro-rizal ilişkiler yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır. bir yerde kök fungisi ortadan kalkmaya-toprak kirlenmesi ya da başka nedenlerle başlamışsa mevcut bitki toplumlarında köklü değişikliklerinin olması kaçınılmaz hale gelmiş demektir.
 
Toprak verimliliği geniş ölçüde toprak canlıların faaliyetine bağlı olduğu için, çevre biyolojisiyle ilgili elemanlar ağır zehirleyici maddelerin toprağa karışmasının engellenmesini salık verirler.
 
Çeşitli çalışmalardan sağlanan veriler, böcek öldürücü ilaçların toprağın verimliliğinde düşme meydana getirdiğini göstermektedir.

Verimlilikte gerileme, normal toprak işlemesinin yapılmaması nedeniyle çok daha belirgindir. Bu koşullar altında solucan, toprak akarı ve böcek populasyonlarında önemli değişmeler olur, bu da toprak mantarlarının besin kaynaklarının azalmasına ve nihayet mantarların yoğunluğunda bir azalmaya neden olur. Uzun vadeli etkilerin ne olacağı hakkında veriler olmamakla birlikte, insan için çok önemli olumsuz sonuçlar getireceği şimdiden bellidir

Su Kirlenmesi
Bir kommünitedeki canlılar, çevreye bazı maddeler verir. Bu maddeler bazen ekosistemin işleyişini tersine çevirebilir. Bir orman toplumu içinden akan dere, döküntüler nedeniyle organik maddeyle olağanüstü dolduğu için oksijene fakirleşir ve başka canlıların yaşamasına olanak vermez.Bu yolla kirlenmenin etkisi insan faaliyeti sonucunda meydana gelen atık suların kirletici etkileri ile aynıdır.

Civa, doğal olarak deniz ekosisteminde bulunabilir ve balıklarda birikebilir.
Bununla birlikte çevre kirlenmesi dediğimiz zaman çevreye,insan faaliyetinin sonucu olarak katılan toksik maddelerin katılmasını kastederiz.
 
Su benzersiz bipolar özelliği nedeniyle çok sayıda maddeyi eritir. Erimeyen maddelerde su içinde dağılır. İnsan topluluklarının küçük olduğu dönemlerde küçük köylerden sulara karışan atık maddeler,3-5 km içinde seyrelip ve nihayet doğal yollardan parçalandığı için akarsu bir ötedeki köyde kullanılabilir hale geliyordu.

Aradan zaman geçtikçe köyler kasabalar da şehirlerde dönüştü.Bu kez akarsu bir şehirden ötekine geçtikçe daha da kirlenmektedir. Evsel ve endüstriyel atıkların yeryüzündeki çukur alanlara taşınması ve bu nedenle akarsu,göl ve deniz kirlenmesi kaçınılmazdır.

Tuzlu Kirleticiler
Maden ocaklarında çeşitli sızıntılar tatlı sulara karışır.bazı organizmalar bir dereceye kadar tuz yoğunluğuna dayanabilir. Tuz kirlenmesi, kış aylarında yolların buzlu bölgelerinde tuzun kullanıldığı yerlerde meydana gelir. Tuzlu sızıntılar,toprağın ozmotik dengesini değiştirir ve bitkilerin çoğu kurağa duyarlı olur.

Diğer yandan, bu tuzların karayollarından yol kıyısındaki kanallar aracılığıyla doğal su kaynaklarına karışması halinde akuatik yaşam etkilenir. Tuzun kullanılması bazı yerler için kaçınılmaz olabilir. Fakat bilgisiz kullanma ve denetimsizlik durumu daha da kötüleştirir.
 
Kalsiyum ve magnezyumun; klorür, sülfat ve bi karbonatları nehir suyunda az yoğunlukta bulunsa bile çok zararlıdır. Çünkü suya sertlik verir, endüstride kullanılması uygun değildir.

Organik atıklar
Akarsularda en çok kirleticiler, organik kökenli olanlarıdır. Bazı durumlarda, küçük bir dereye fazla miktarda yaprak döküntüsü karıştığı zaman yüksek düzeyde BOD oluşur. (biyolojik oksijen ihtiyacı). Bu koşulda balıkların tümü ölür. Bununla beraber organik kirleticilerin çoğu insanın çevresini kötü kullanmasından ileri gelir. Her şeyden önce organik kirletilme, insan ve hayvanların metabolizma artıklarının suya karışmasından ileri gelir.

Ayrıca, bazı besinsel maddelerin fabrikasyonu sırasında kan, süt kalıntıları,yağ artıkları, meyve suyu döküntüleri, meyvelerin sebzelerin yıkanması sonucunda ortaya çıkan kirli su, suya karışabilir.

Mantar, klorofil taşımayan organizma. Sınıflandırmada bitkiler alemi içinde ele alınmaları bilim adamları arasında uzun yıllar tartışma konusu olmuştur. Başka bitkilerin üzerinde parazit olarak, ölü bitkilerin üzerinde çürükçül (saprofit) veya başka canlılar ile simbiyotik bir yaşam sürdürürler. Mantarların üremesi sporlar yoluyla gerçekleşir.

Ahır hayvancılığının yoğun olarak uygulandığı yerlerde, bu hayvanların boşaltım ürünleri ve dışkıları, doğrudan doğruya bu şehir yada kasaba çevresinde bulunan akarsulara karışmaktadır. Kanalizasyonlar da şehirlere en yakın derelere açılmakta, genel olarak herhangi bir ön işleme tabi tutulmadığı için suları, bir yandan organik maddeler diğer yandan da suda asılı duran maddelerle kirletirken, deterjanlarla da kirletmeye neden olmaktadır. Bu dereler, şehirlerin içinden ya da çok yakınından geçtiği için koku, hastalık taşıma ve görünüş bakımından çirkin bir durum yaratmaktadır.
 
Evlerden gelen lağım, banyodan ve mutfaktan gelen sular ile tuvaletten gelen suyun karışımından ibarettir. Bunlarla ilgili maddeleri içerir.Ayrıca lağımda virüsler, bakteriler ve protozoalar bulunur.

Hava Kirlenmesi
Dünyayı saran atmosferin içerisinde %21 oksijen, %78 azot ve % 0,033 karbondioksit bulunur.

Fosil yakıtlar
Hava kirleticilerinin en önemli kaynağı fosil yakıtlardır. Bunlar arasında kömür ve akaryakıt ön sırayı alır.Kömürün yanması sonucunda değişik büyüklükte parçacıklar meydana gelir. Büyük parçacıklar, toz meydana getirir ve bu tozlar fabrikaların yöresinde yere çöker. Küçük parçacıklar ise duman meydana getirir.
 
İnsan solunumu sırasında havada bulunan parçacıklar da solunum sistemine girer ve parçacıkların büyüklüğüne göre sistemin değişik yerlerinde tutulur.

Kükürtdioksit
Fosil yakıtların neden olduğu önemli kirlenmelerden birisi de kükürtdioksit kirlenmesidir. Havaya karışan kükürtdioksitin büyük kısmını, yerleşim bölgelerindeki fosil yakıtlar oluşturur.Özellikle endüstri alanlarında bu durum belirgindir.
 
Bitkiler, havadaki kükürtdioksit oranına hayvanlardan daha duyarlıdır. Bacalardan kükürt dioksit çıkaran sanayi bölgelerinde vejetasyon ciddi oranda etkilenir.

Kurşun
Arabaların eksoz gazlarının içerdiği en önemli kirletici kurşundur. Benzinin kalitesini yükseltmek için kurşuna , tetraetil katılmaktadır. Ağır trafiği olan yollar yöresinde bulunan bitkilerde 500 ppm gibi yüksek bir oranda, insan ve hayvana yedirilmeyecek oranda kurşun birikebilmektedir. Yollarda uzakta bulunan bitkilerde kurşun kirlenmesine rastlanması çok nadirdır. Garajlarda çalışan insanların kanında 60-100mg/cm3 gibi önemli oranda kurşun vardır.

Hava kirleticilerinin bitkiler üzerindeki etkisi
Bitkiler, serbest oksijeni alarak yaşamları ve gelişmeleri için gerekli maddeleri sentezler. Sentezleme yeteneği yapraklarda bulunduğu için, kirleticilerin yaprak üzerindeki etkileri sonucu, bitki yeterli üretimi gerçekleştiremez.

Bitkilerin kirlenmeye duyarlı olan kısımları yapraklarıdır. Yaprağın iki yüzünde de bulunan stomalar aracılığıyla gaz alışverişi gerçekleşir. Uygun büyüklükteki parçacıklar, stomalardan girerek alanı daraltır. Diğer yandan yaprak yüzeyinde biriken kir fazla olduğu zaman, fotosentezi önemli ölçüde geriletir. Kükürt dioksitin etkisiyle damarlar arasında önce nekrotik alanlar belirir. Bunlar sonradan beyazlaşır yada sararır.yaşlı bitkiler kirlenmeye daha az dayanıklıdır. Buğday, arpa ve pamuk 0,25-0,3 ppm SO2 ye duyarlıdır.

Hava kirleticilerinin hayvanlar üzerindeki etkisi
Hayvanlar üzerindeki kirleticilerin etkisi iki basamakta gerçekleşir. Bunlardan birincisinde kirleticiler bitkiler üzerinde birikir. İkinci aşamada bunları besin olarak alan koyun ve sığır gibi hayvanları zehirler.
 
İnsanı ciddi olarak etkileyen kirli alanlar, yeryüzünde oldukça azdır. İnsanın giyinmesi nedeniyle, kirli havayla doğrudan doğruya temas eden pek az yeri vardır. Normal yoğunluklarda hava kirleticilerinin, deri üzerinde herhangi bir etkisi yoktur.

Gözün dışa bakan kısmı olan kornea ve konjuktiva, gaz yada parçacık halindeki kirleticilerle karşı karşıya kalır. Ancak gözyaşı denen temizleme mekanizmasıyla yabancı maddeler gözden uzaklaştırılır.
 
Kronik bronşitte bronşlarda yangı gözlenir, soluk alıp verme güçleşir. Öksürükle balgam çıkar.Yaşam düzeyi düşük olan insanlarda bronşitten ölenlerin oranı yüksektir.
 
Astım, içten bir enfeksiyonun yada çiçek tozu, toz, besin veya ruhsal bir uyarımın sonucunda oluşan alerjik bir tepkidir.
 
Akciğer kanseri son 50 yıl içinde artmıştır.Kirli havanın akciğer kanserine neden olduğu bilinmektedir.

Ekosistemleri olumsuz etkileyen etmenler
Bilinçsiz bir şekilde yapılan avlanma hayvanların yok olmasına tabiattaki dengenin bozulmasına neden olur.Örneğin bir tavşanların avlanılması o bölgede yaşayan ve tavşanla beslenen aslan,kurt,tilki gibi hayvanların aç kalmasına veya ölmesine neden olabilir.
 
Orman yangınları hem ağaçların yok olmasına hem de o bölgede yaşayan hayvanların ölmesine neden olabilir. Ayrıca hava kirliliği meydana getirir.Bu da ekosistemin dengesini bozar.
 
Hızlı nüfus artışı, teknolojinin hızla gelişmesi tarım alanlarının azalması ve kuraklık olumsuz etmenlerdir. Bitki ve hayvanlar için habitat oluşturan bölgelerin yok edilmesi ve savaşlar ekosistemi olumsuz etkiler.
 
En önemlisi ise çevre kirliliğidir. Su hava ve toprağın kirlenmesi, ekosistemin dengesini bozmaktadır. 

 

 

 Ekosistem ve Ekosistem Hizmetleri

Bağlantılı Konular


 

Anahtar Kelimeler-Keywords: ekosistem ve döngüler, ekosistemvedöngüler, ekosistem ve döngüler türkçe, ekosistem türkçe, döngüler türkçe, azot döngüsü, azot döngüsü türkçe, azotdöngüsü, su döngüsü türkçe, sudöngüsü, su döngüsü,  fosfor döngüsü, fosfor döngüsü türkçe, fosfordöngüsü, karbondöngüsü, karbon döngüsü, karbon döngüsü türkçe, nitrojedöngüsü, nitrojen döngüsü, nitrojen döngüsü türkçe, Ototrof, etçil, hepçil, etçil, küreselısınma, küresel ısınma, Detritivor, Tofik Düzey, GNitrojen Döngüsü, Biyojeokimyasal Döngüler, Karbonhidrat, fosil yakıt, fosilyakıt, DNA, denea, DENEA, besin döngüleri, besin döngüsü, besindöngüsü, dünya su stoğu, ekosistem modelleme, kaynak, tübitak, tubitak,t dongusu, kuresel isinma, fosfor dongusu, enerji piramidi, enerji piramiti,

 
 
  Spor Spor